Bugun...
SON DAKİKA

Korku İktidarında Gazetecilik

 Tarih: 15-10-2025 10:11:00
Baran Bakır

 

Türkiye bir kez daha bir gazetecinin ölümüyle sarsıldı. Hakan Tosun’un sokak ortasında saldırıya uğrayıp yaşamını yitirmesi, yalnızca bir cinayet değil; yıllardır adım adım büyüyen baskı düzeninin bir göstergesi olarak okunuyor. Çünkü bu ülkede artık şiddet sadece sokağın değil, sistemin dili haline geldi.

Uzun süredir iktidarın dili değişti. Korku ve itaat üzerine kurulu bir söylem, gündelik hayatın her alanına sızdı. Parlamento kürsüsünden televizyon ekranlarına, sosyal medyadan kahve sohbetlerine kadar her yerde aynı öfke ve tehdit tonunu görmek mümkün. Eleştiren, sorgulayan, farklı düşünen herkes bir anda “öteki” haline getiriliyor. Bu atmosfer, toplumun tamamına sirayet etmiş durumda. Artık insanlar sadece polisten ya da devletten değil, birbirlerinden de korkuyor.

Yoksulluk ve ekonomik kriz, bu korku düzeninin en etkili dayanağına dönüştü. İnsanlar işsiz kalmaktan, geçinememekten, çocuklarını okutamamaktan endişe ederken, itaat bir yaşam biçimine dönüştü. Yoksulluk yönetiliyor, korku besleniyor. Bu sayede sessizlik sağlanıyor. Devletin ideolojik gücü, bir yandan güvenlik söylemiyle, diğer yandan dinî ve millî duygularla güçlendiriliyor. Eleştiriye kapalı, sorgusuz bir sadakat beklentisi artık günlük hayatın bir parçası.

Gazeteciler bu yapının en kırılgan halkasında. Basın özgürlüğü kâğıt üzerinde kalsa da sahada durum bambaşka. Haber yapan, belgeleyen, soru soran herkes baskıyla, gözaltıyla, dava dosyalarıyla karşılaşıyor. Bazı durumlarda ise hedef gösteriliyor. Hakan Tosun’un ölümü, bu iklimin son örneği oldu. Görmemesi gereken bir şeye tanık olduğu iddia edilen bir gazeteci, susturuldu. Cinayetin ardından soruşturmalar başlatılsa da, asıl sorun faillerin kimliği değil, bu ortamı mümkün kılan düzenin kendisi.

Toplumda şiddet, artık sadece yukarıdan dayatılmıyor; sıradanlaşmış bir kültüre dönüşmüş durumda. Kimi zaman trafikte, kimi zaman okulda, kimi zaman bir haberin altındaki yorumlarda karşımıza çıkan öfke dili, devletin tepesinden gelen sertliğin bir yansıması. İnsanlar birbirine benzer bir şekilde saldırganlaşıyor. Çünkü devletin dili, yurttaşın aynası haline geldi.

Bu ülkede bir süredir hukuk adaleti değil, gücü koruyor. Mahkemelerde beraat etmek artık haklı olmanın değil, güçlü olmanın sonucu. Yasalar uygulanıyor ama adalet işletilmiyor. Gazeteciler, avukatlar, öğretmenler, öğrenciler… Kimin susturulacağına, kimin konuşabileceğine bir avuç insan karar veriyor.

Yine de her şeye rağmen, bu topraklarda umudu taşıyan insanlar var. Onlar, işini kaybetme pahasına doğruyu yazan gazeteciler, öğrencisini eleştirel düşünmeye teşvik eden öğretmenler, sessizce direnen işçiler. Her biri bu ülkenin belleğinde bir iz bırakıyor. Çünkü korkunun egemenliğinde bile, gerçeği aramanın bir değeri var.

Hakan Tosun’un ölümü, yalnızca bir hayatın değil, bir mesleğin itibarı için de bir dönüm noktası. Gazetecilik, bu ülkede hâlâ en riskli ama en onurlu mesleklerden biri. Gerçeği anlatmanın bedeli ağır olabilir; ama susmanın bedeli daha da ağır. Çünkü sessizlik, her zaman şiddetin en güçlü silahıdır.

Bugün Türkiye’nin en temel ihtiyacı, yeniden gerçeği konuşabilen bir toplum haline gelmek. Basının, yurttaşın, kurumların, akademinin, kısacası herkesin yeniden “doğruyu söyleme cesareti” kazanması gerekiyor. Hakan Tosun’un hikâyesi, bu cesaretin ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Çünkü bir ülkenin karanlığını dağıtacak olan, iktidarın vaatleri değil, gerçeği yazan kalemlerdir.

Baran Bakır – Edremit Haberler, Ekim 2025

  YORUMLAR YORUM YAP | 0 Yorum
  FACEBOOK YORUM
Yorum
  YAZARIN DİĞER YAZILARI
  • SON YORUMLANAN HABERLER
  • SON YORUMLANAN VİDEOLAR
YUKARI